“Gençliğimde, genç insanların çoğu gibi ben de genç ölmem gerektiğine inanmıştım. İçimde öyle çok gençlik, öyle çok başlangıç vardı ki, ancak şiddetli ve güzel bir son düşünülebilirdi; ben yavaş yavaş ölüp gitmek için yaratılmış değildim, çok iyi biliyordum bunu. Şimdi yüz yaşındayım ve hala yaşıyorum. Belki daha doksanımdayımdır, tam olarak bilemiyorum ama herhalde yüze varmışımdır.”
Animal Triste, Monika Maron
Yaşlılık geçmişin geleceğe ağır bastığı, yalnızca bedenin değil hafızanın da dönüşümünün yaşandığı bir zaman dilimidir. Kayıpların en derin hissedildiği bu dönemde zihinde biriken anılar, yaşlanmanın getirdiği kaçınılmaz unutkanlıkla bulanıklaşırken, geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki sınır giderek belirsizleşir. Almanya’nın önemli yazarlarından Monika Maron’un Animal Triste adlı romanı tam da bu eksende, yaşlılıkla gelen kayıpların ve anıların gölgesinde bir varoluş sorgulamasına dönüşüyor. Eser, yaşlanan bir kadının geçmişte yaşadığı tutkulu bir aşk üzerinden zaman algısını nasıl deneyimlediğini ve yorumladığını derinlemesine ele alıyor ve unutulmaz bir aşkın hafızada nasıl yer ettiğini ve zamanın aşk ile ilişkisini nasıl şekillendirdiğini sorguluyor.
Yazar Maron romanının ilginç isminin ne anlama geldiğini şu sözlerle anlatır, “Antik metinlerden alıntıladığım bir ifadeden geliyor bu isim: İnsanın sonuçta cinsel birleşme sonrasında hüzünlü bir hayvan olduğunu anlatan bir söz bu*. Sevişmeden sonraki bu hüzün bu kitabın da temel hikâyesi. Bir yandan da Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenen Brachiosaurus türü dinozor iskeleti önemli bir rol oynuyor- ki bununla hikâyedeki hayvanın rolü de anlatılıyor. Aşk hikâyesini anımsayan kadın müzedeki dinozorun iskeletinden sorumludur, adam ise karınca bilimi uzmanıdır. Yani iki düzlemde birbirlerinden ayrılan dünyaların bir araya gelmesi söz konusu: Bunlardan biri Doğu ile Batı Almanya, diğeri ise çok farklı bilim dalından uzman kişilerin dünyası.” (Toprak, 2024)
Animal Triste’de romanın anlatıcısı olan yaşlı kadın gençlik yıllarında yaşadığı yoğun bir aşkın içinde sıkışıp kalmıştır. Romanda ismi geçmeyen Doğu Berlinli yaşlı kadın neredeyse yaşını dahi hatırlama konusunda zorluk yaşarken roman boyunca paylaştığı birçoğu net olan anılarıyla, evli bir adam olan Franz’a duyduğu aşkı anlatır. Ancak bu aşk sadece bireysel bir tutku hikâyesi değildir; aynı zamanda insanın geçmişi nasıl bir yük haline getirdiğinin ve zamanın belleğe nasıl etki ettiğinin bir örneğidir. Yaşlılıkta hafıza bir nimetten çok lanete dönüşebilir; hatırladıkça yorgun düşmek, unutamadıkça kaybolmak…
Orta yaşa gelene kadar gerçek hiçbir aşk yaşamamış olan kadın, gecikmiş bir aşk hikâyesi içinde hayatını yeniden kurgular. Zaman zaman mantığını kaybeder gibi olsa ve aklından delice fikirler geçse de hayatının her döneminde defalarca hatırlayıp tekrar tekrar zihninde yaşattığı bu aşk hikâyesiyle birlikte yaşamayı seçer. Sevgilisi Franz dışında onun için her şey önemsizdir. O artık olmasa bile onun yarattığı mutluluk ya da üzüntüyle yaşamayı tercih eder. Kocası ve çocuğuyla ilgili detayları bile hatırlamaz olmuştur yaşlı kadın. “Şehir elverişsiz olanla ve kestirilmeyenle, benimle ittifak halindeydi,” der, hızla değişen hayatın belirsizliğini vurgulamak için. Doğadan uzaklaşmış olduğu için modern toplum düzenine uyum sağlamakta zorlanır. Toplumsal değişim süreçleriyle ilişkili olarak yaşadığı aşk da sorun olmaya başlar. Sevgilisi evlidir. Farklı bakış açıları içinde birbirlerini anlamaya, tanımaya, buluşup görüşmeye çalışırken birçok zorluk yaşarlar. Hayatında iz bırakan bu aşkın günün birinde bittiğine inanmak istemeyen yaşlı kadın onu hatırlarken ilişkinin bazı yerlerini unutmayı tercih eder. Böylece hikâye zihninde hiç bitmeyecek, yaşadığı süre boyunca yeniden şekillenecektir. “Yılların akışı içinde, unutmak istediğim şeyi bir daha hatırlamamayı öğrendim. İnsanların yaşamış olmaya bile değmeyen önemsiz olaylardan oluşan dağları belleklerine neden yığdıklarını ve neden yüz defa belki de daha fazla eşeleyip durduklarını ve sanki yaşamaya değmiş bir yaşamın kanıtı olmaya uygunlarmış gibi sunduklarını da anlayamıyorum.” (Erdiman, 2020)
Romandaki yaşlılık ve hafıza olguları Çakır’ın Bir ihtimal daha var – O da unutmak mı dersin? (2022) başlıklı makalesinde şu satırlarla anlatılmış: “Unutmak, ruhun bayılmasıdır. Peki ya beklemek? Monika Maron’un Animal Triste romanı; beklemenin, beklerken geçmişin ve şu anın imkanlarında aşkı yoklamanın, hafızanın dönüştürücü gücünü test etmenin ve nihayet bu dönüşüme kendini de katmanın hikâyesi. Beklemenin olduğu kadar bu bekleyişe son vermenin de… Adını ise kitabın arka kapağındaki nottan anladığımız üzere Latince bir sözden alıyor. Türkçesiyle kadınlar ve horozlar hariç her hayvanın cinsel ilişki sonrası hüzünlü olduğunu imliyor bu söz ve bizi yüz yaşında münzevi bir kadının, kronolojik ayarları sapmış flashback’lerle hatırlayabildiği kadarıyla aktardığı bir aşk hikâyesine taşıyor. Bir müze görevlisi olan adsız kahraman, hatırlayamadığı için isim tayin ettiği aşkı Franz’la da bu müzede, bakmaktan gözlerini alamadığı dinozor iskeletinin önünde karşılaşıyor. Böylece milyonlarca yıl öncenin ihtimali, günümüzün gerçekliğine imkan sağlıyor sanki. Bu andan itibaren unutmaktan değil hatırlamamaktan mustarip (ki kendisi bunu beynindeki elektrik akımlarının bozulması sonucu baygınlık geçirmesine bağlıyor) kahramanın; anılarını kurcalayarak, hafızasının dehlizlerini aydınlatıp yeniden inşa ederek Franz’la olan tutkulu aşkını anlattığı bir yolculuk bekliyor okuru. Öyle bir yolculuk ki, ikiye bölünen Berlin dönemini ya da Berlin’in ikiye böldüğü dönemleri de alıyor arkasına. Böylesi bir tarihsel örüntüyü takip eden metni sadece bir aşk anlatısı olarak anmak haksızlık olur. Savaşın cinsiyet rollerini nasıl şekillendirdiği, buradan hareketle aile kurumunun ve onun inhisarı altında yetişen çocukların nasıl geliştiği gibi bir dizi toplumsal sorun üzerine de kafa yoruyor, fikir üretiyor ve farklı ihtimaller dahilinde bir projeksiyon çiziyor Maron.”
Maron’un anlatıcısı hayatını sonu gelmeyecek bir aşk hikayesine adayacağını söylerken bedensel çöküşünü de tüm açıklığıyla ortaya serer: “Hayatımı sonu gelmeyen devamlı bir aşk hikâyesi olarak sürdürmeye karar verdiğimde artık genç değildim. Vücudum, özellikle tehdit altındaki kısımlarında, kocamanın başladığını belli eden o çöküş aşamasına girmişti. Dermansız kalça kırışıkları, karında ve uylukların iç kesiminde yumuşak, dalgalan et, derinin altında küçük topaklar halinde çözülen bağ dokusu. Vücudum elverişli ışık koşullarına yine de gençliğinin hatlarına sadıktı ve ten ile eti geren bir duruş aldığımda gençliğe yaşlılıktan daha uzak olmadığım yanılsamasına izin veriyordu.”
Romanın en çarpıcı yönlerinden biri yaşlılığın yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir çöküş süreci olduğunun altını çizmesidir. Anlatıcının yaşadığı aşk zaman içinde belirsizleşirken hafızası da aynı oranda bulanıklaşır, o yalnızca bir adamı değil, geçmişin tüm yoğunluğunu içinde taşır ve bu yük onun yaşlılığını adeta bir mahkûmiyete çevirir. Bu durum yaşlılıkla gelen zihinsel değişimlerin psikolojik etkilerini gösterir. Maron yaşlılığı sadece bir çürüme değil, bellekle olan bir mücadele olarak da ele alır. Yaşlılık bu bağlamda sadece fiziksel bir gerçeklik değil, aynı zamanda insanın geçmişiyle hesaplaşma sürecidir. Romanın adı olan Animal Triste (Hüzünlü Hayvan), yaşlanan bir insanın iç dünyasını özetleyen bir metafor gibidir; duygularıyla, hatıralarıyla, pişmanlıklarıyla var olan bir canlı…
“Şarap içtik ve sanki bir şeyler biliyormuşuz gibi, yaşlılık hakkında konuştuk. Şimdi kırk ya da elli yıl sonra, yaşlılığın ne olduğunu biliyorum ve bunda hiçbir iyi yön bulamıyorum hiç. Yaşlılıktaki iyi yönler hakkında söylenen her şey ya aptalcadır ya da yalan; örneğin yaşlılığın bilgeliği hakkında söylenenler, sanki canlı canlı çürümeden bilge olunamazmış gibi. Yavaş yavaş sağırlaşmak, körleşmek, katılaşmak, bunamak.”
Animal Triste, Monika Maron
Yaşlılık hem unutmanın hem de hatırlamanın ağırlığını taşır. Bir yandan hafıza yavaş yavaş silinirken, bir yanda da belirli anılar daha da belirginleşir. Romanın anlatıcısı aşkının izlerini sürerken, bir yandan da zamanın kendisini nasıl değiştirdiğini fark eder. Ancak bu fark ediş bir kabullenme değil, bir kayboluş hissi yaratır. Yaşlılığın en büyük paradoksu belki de budur: Geçmişin içinde kaybolmak ama aynı zamanda ona tutunmaya çalışmak. Yaşlı kadın için de zaman doğrusal bir çizgide ilerlemekten çok, tekrar eden bir döngü gibi hissediliyor. Geçmişi sürekli hatırlayarak, anılarında kaybolarak, şimdiki zamanın içinde hapsoluyor. Sevgilisiyle yaşadığı anlar zamanın ötesine geçerek varlığını korurken, gerçek hayat giderek soluklaşıyor. Bu noktada aşkın insanın zaman algısını nasıl değiştirebildiği ve geçmişin bugüne nasıl hükmedebileceği öne çıkan temalar arasında yer alıyor.
Kitap boyunca aşk, tutku ve kayıp üzerine yoğunlaşan anlatıcı romanın sonunda geçmişin ve arzularının içinde sıkışıp kalmış bir şekilde varlığını sürdürüyor. Geçmişte yaşadığı büyük aşkın izlerini silmeye çalışırken aynı zamanda onu unutmak istemediğini de fark ediyor. Romanın sonu, aşkın ve tutkunun sadece bir hatıra olarak değil, varoluşsal bir ağırlık olarak nasıl taşındığını gösteriyor. Özellikle anlatıcının yaşlandığını ve yalnızlık içinde kaldığını vurgulayan bu son, insanın kendine ve geçmişine hapsolma halini simgeliyor. Aynı zamanda “triste” (üzgün) kelimesi sadece kaybedilen aşkı değil aynı zamanda insanın içindeki hayvani, ilkel duyguların da zamanla evcilleşip solmasını ifade ediyor.
Yaşlılığın psikolojik yönlerini ve hafıza ile kurduğu ilişkiyi derinlemesine işleyen Animal Triste, bireysel olduğu kadar evrensel bir hikâye anlatır. Unutmak ve hatırlamak arasında gidip gelen yaşlı kadının şu sözlerinde hepimizden izler bulmak mümkündür: “Hatıralar da bir incinin içindeki yabancı cisimler gibidir, ilk önceleri sadece istiridyenin etine girmiş rahatsız edici bir yabancı cisim, sonra istiridye onu epitelyum dokusuyla kapatır ve sedef tabakalarını üst üste geliştirir, sonunda kaygan yüzeyli, parlak, yuvarlak bir oluşum çıkar ortaya; aslında insanların değerli kıldığı bir hastalıktır.”
Bu eser üzerinden yaşlılığı okumak bir nevi insanın kendi hafızasıyla olan ilişkisini sorgulamaktır. Yaşlılık kayıpların en derin hissedildiği ve geçmişin en yoğun yaşandığı dönemdir. Ancak belki de en büyük soru şudur: Geçmişte mi yaşamak? Yoksa onu geride bırakmak mı gerekir?
(*) Triste est omne animal post coitum, præter mulierem gallumque…: Her hayvan cinsel birleşme sonrası hüzünlüdür: Kadınlar ve horozlar hariç.
Kl. Psk. Şehnaz Tuna
22 Mart 2025
KAYNAKÇA