Depresyon

Kişinin kendini yoğun karamsarlık, aşırı hüzün, keder ve mutsuzluk içinde hissetmesidir. Bu ruh hali gündelik olaylara bağlı moral bozukluğu ile karıştırılmamalıdır. Depresyondaki kişi içinde bulunduğu durumla alakalı önüne geçemediği bir çaresizlik ve ümitsizlik yaşadığı gibi giderek içine kapanır. Yaptığı hiçbir şeyden eskisi gibi zevk alamaz. Yeme ve uyku düzeni bozulur. Kilo alıp verebilir. Bu umutsuz ruh halini sonlandırmak için intiharı dahi düşünebilir. Tedavi edilmeyen depresyon alkol ve madde kullanımı sorunlarına yol açar. Ruhsal bozukluklar arasında en yaygın olan hastalıklardan biri olan depresyonun psikoterapi ve ilaç desteği ile tedavisi mümkündür.

Genel Kaygı Bozukluğu

Özellikle yaşadığımız çağda maruz kaldığımız birçok durumla alakalı endişe duyuyoruz. İş ve aile sorunları, sınav ya da sağlık gibi konularda yaşadığımız kaygıların hemen hepsi baş edilebilir düzeyde oluyor. Genel Kaygı Bozukluğu durumunda ise kişide sürekli, aşırı ve yaşanan duruma uygun olmayan bir endişe yaşanır. Bu hastalığa sahip olan kişiler her durumda en kötü sonucu düşünürler. Önüne geçilemeyen bu kaygı hali en az altı ay boyunca hemen her gün yaşanır. Çoğu zaman ortada bir neden yoktur, ya da var olan nedenin gerektirmediği aşırılıkta ve uygunsuzlukta bir kaygı mevcuttur. Hastalık kimi dönem durulmuş gibi gözükse de bir anda alevlenebilir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişi hastalığa ek olarak yorgunluk, bedensel ağrılar, titremeler, dikkat bozukluğu, uykusuzluk ve sersemlik yaşayabilir. Uygun psikoterapi yöntemleri ve gerektirdiği takdirde eşlik edecek ilaç tedavisi ile iyileşebilir bir hastalıktır.

Bipolar Bozukluk

Manik Depresif Bozukluk olarak da bilinen bu hastalıkta kişi aşırı taşkınlık ve çökkünlük arasında gidip gelen dönemler yaşar. "Mani" olarak adlandırılan aşırı taşkınlık döneminde kişinin duygu durumu abartılı bir şekilde yükselir veduruma eşlik eden abartılı bir coşku mevcuttur. Kişi uykuya ihtiyacı olmadığını düşünür, dürtüsel bir takım hareketler yapar ve heyecanlı faaliyetlerde bulunur. Aşırı konuşur, para harcar, huzursuz hisseder. Deyim yerindeyse çok "hızlı"dır. Diğer uç olan durgunluk döneminde ise kişi bir gökdelenden düşmüş gibi hisseder. Mutsuzluk, değersizlik, özgüvende eksilme, suçluluk, pişmanlık ve yine tıpkı depresyonda olduğu gibi ölüm ve intihar düşünceleri eşlik eder. Genetik etkenler oldukça önemli rol oynadığı gibi stresli ya da aşırı travmatik olayların sonucunda da Bipolar Bozukluk devreye girebilir. Bu hastalığın tedavisinde psikoterapi ile beraber ilaç kullanımı da gerekebilir.

Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)

Bu hastalıkta bireylerin sahip oldukları takıntılı düşünceler yaşamlarını günlük aktivitelerini yerine getiremeyecek boyutta etkiler. Kısa tanımıyla obsesyon kişinin zihninden uzaklaştıramadığı düşünce ve dürtülerdir. İstek dışı meydana gelen bu obsesyonlar yaşayan kişi tarafından da mantıkdışı olarak değerlendirilir ve yoğun kaygıya neden olurlar. Kompulsiyon ise sahip olunan obsesyonun yarattığı kaygıyı azaltmak ya da ortadan kaldırmak için yapılan davranış ya da zihinsel hareketlerdir. OKB'de bir nevi kısır döngü söz konusudur. Toplum ve kültüre göre değişiklik gösteren obsesyon ve kompulsiyonların farklı çeşitleri vardır: Bulaşma obsesyonuna karşılık temizlik kompulsiyonu, kuşku obsesyonuna karşılık kontrol kompulsiyonu, cinsel içerikli obsesyonlar, dini içerikli obsesyonlar, düzen ve simetri obsesyon ve kompulsiyonları, dokunma kompulsiyonu, sayma kompulsiyonu, biriktirme ve saklama kompulsiyonları, batıl itikatlar, uğurlu, uğursuz sayı ve renkler... Kişinin yaşam kalitesini ciddi olarak düşüren ve hayatın birçok alanında önemli işlev kayıplarına yol açan bu hastalığın tedavisi oldukça zorlu bir süreci gerektirir. Bilişsel-Davranışçı Terapi yöntemi ile beraber uygulanan ilaç tedavisinden sonuç alınmasındaki en önemli şartlardan biri bireyin bu tedaviyi istemesi ve kendisinin ve yakın çevresinin tedavi şartlarına uyum göstermesi gerekliliğidir.

Panik Bozukluk ve Agorafobi

Panik Bozukluk hastalığında beklenmedik zamanda ortaya çıkan ve yineleyen panik ataklar söz konusudur. Sıklık ve şiddeti değişkenlik gösteren bu atakları yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri olarak da tarif edebiliriz. Atak geçiren kişi ölmek ya da delirmek üzere olduğunu hisseder. Atakların şiddeti yaklaşık 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar, en fazla yarım saat içerisinde kendiliğinden geçer. Hasta bu süre içerisinde yoğun bir şekilde bitkin düşer. En sık görülen panik atak belirtileri şunlardır: Göğüste ağrı ya da sıkışma, kalp çarpıntısı, ani ve aşırı terleme, nefes alamama, baş dönmesi ve bayılma hissi, vücudun uç noktalarında karıncalanma ve uyuşma, titremeler, kontrolünü kaybetme ya da delirme korkusu, kalp krizi geçiriyor düşüncesi ve ölüm korkusu. Tüm kaygı bozukluklarında olduğu gibi panik bozuklukta da bir kısır döngü söz konusudur. Atağı yaşayan kişi öylesine büyük bir korku yaşar ki ilk atağı yaşadığı andan itibaren bir sonraki atağı bekler hale gelir ve hastalığın döngüsü bu şekilde beslenir. Bir müddet sonra hasta gerçekleşeceğine kesin olarak inandığı felaket senaryolarını engellemek için bazı önlemler alıp davranış değiştirmeye başlar. Bunun en yaygın sonuçlarından biri de panik atak hastalarında paralel olarak gelişen Agorafobi rahatsızlığıdır. "Açık alan korkusu" olarak da bilinen agorafobide hastalar atakların gelme ihtimali olan yer ve durumlardan kaçınmaya dolayısıyla güvende hissettikleri evlerinden dışarı çıkmamaya başlarlar. Ruhsal bozukluklar arasında en yaygın görünen rahatsızlıklardan biri olan panik bozukluk tedavisi mümkün bir hastalıktır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmalar beden ve ruh sağlığını önemli ölçüde etkileyen ve hatta kalıcı hasarlar bırakabilen durumlardır. Hayatımız boyunca birçok travmatik olay yaşayabiliyor, zaman içinde bu travmaların oluşturduğu olumsuz etkilerden kurtulabiliyoruz. Fakat bazen de uzun zamanlar geçse dahi travmanın yol açtığı hasarlar iyileşmeyebilir ve yarattığı stres ve kaygı hayat kalitesini bozacak ölçüde yıllarca devam edebilir. Bu durumda kişi maruz kaldığı travmatik olayı tekrar yaşıyor gibi zihninde sürekli olarak olayın görüntülerini algılayabilir, olayla alakalı kabuslar görebilir, uyku kalitesi ciddi anlamada bozulabilir ve sürekli bir tedirginlik ve yabancılaşma yaşayabilir. Travmayı hatırlatan durumlardan kaçarak iş ve sosyal hayatına önemli boyutta kısıtlamalar getirebilir. Ruhsal travmaya yol açan olaylara örnek vermek gerekirse: Savaşlar, doğal afetler, ani ölümler, kazalar, aile içi şiddet ve iyileşme oranı oldukça yüksektir.

Sosyal Fobi

Sosyal ortamlarda hata yapma, gülünç duruma düşeceğine dair yoğun korku ve endişe duyma hali olarak tanımlanan sosyal fobi günlük hayatta kalabalık ortamlarda ara sıra yaşanabilen tedirginlikle karıştırılmamalıdır. Sosyal fobisi olan kişi başkalarının önünde hata yaparak rezil olacağından, dalga geçilebileceğinden korkar. Bu korku ve endişe şiddetli bir kaygı atağına yol açabilir. Korkunun yersiz olduğunu bilse de üstesinden gelemeyerek kaçınma davranışlarında bulunan kişi okul, iş, sosyal hayat ve ilişkileri açısından kendini yoğun bir şekilde kısıtlar. Bu kaçınma davranışları başkalarının önünde yemek yiyememekten, telefon konuşamamaya, karşılıklı günlük bir diyaloğu yürütememeye kadar geniş bir yelpazeye yayılabilir. Bu kaygılı ruh haline kalp çarpıntısı, ellerde titreme, yüz kızarması, mide yanması ve ishal gibi fiziksel belirtiler eşlik eder. Doğru teşhis ve tedaviyle tamamen iyileşebilen bu hastalığı iyileştirmede en etkili yöntem Bilişsel-Davranışçı psikoterapidir. 

Özgül Fobiler

Sosyal fobi ve agorafobi dışında belli bir özelliğe sahip olmayan durum, olay ve nesnelere karşı duyulan, mantıklı bir açıklaması olmayan, yoğun korku halleri fobi olarak adlandırılır. İleri yaşta meydana gelmesi çok nadir olan bu hastalığın başlama yaşı ergenlik dönemidir. Fobilerin ortaya çıkış sebepleri tek bir nedene bağlı değildir. Genetik özellikler, yaşanan olumsuz deneyimler ve öğretilenler sayesinde özgül fobi geliştirmek pekala mümkündür. Bu hastalık diğer birçok sorun gibi hayatı çok önemli bir boyutta kısıtlamadığı ve insanların bu durumu hastalıktan ziyade kişilik özelliğine bağlamayı seçmelerinden ötürü fobi şikayetlerinden dolayı tedaviye başvuru oranı genel olarak düşüktür. Aslında bu son derece yanlıştır. Fobiler her ne kadar sıradan korkular gibi görünseler de kişi sahip olduğu fobinin uyaranıyla sebebiyle için türlü kaçınma davranışlarında bulunur. Örneğin, yoğun uçak fobisi olan bir kişi sırf bu sebepten dolayı seyahat rotasını değiştirebilir ya da asansör fobisi olan bir kişi bazen yüzlerce basamak merdiven tırmanmak zorunda kalabilir. En sık görülen özgül fobiler şunlardır: Asansör, kedi, köpek, kan, yükseklik, gök gürültüsü, fırtına, taşıt, yutkunma, uçak, kapalı yerde kalma v.b. Fobilerin hasta ve/veya hasta yakınları tarafından huy ya da kişilik özelliği olarak görülmeyip ciddiye alınması durumunda tedavi oranı oldukça yüksektir.

Hastalık Hastalığı (Hipokondriyazis)

Herhangi bir hastalığı olmamasına rağmen kişinin ciddi hatta çoğu zaman ölümcül bir hastalığa sahip olduğuna inandığı hipokondriyazis hastalığında kişi çok yoğun bir korku yaşar. Basit bir öksürmeyi akciğer, kabızlık ya da ishali ise bağırsak kanseri olarak yorumlayarak buna inanan bu hasta grubu sürekli doktor doktor gezerek kendilerinde hastalık aramaya devam ederler. Hatta bu öylesine kısır bir döngü halini alır ki kişi kendinde bir hastalık teşhis edilmediği vakitt çok daha yoğun bir kaygı duymaya başlar. Bu gereksiz uğraş bir müddet sonra kişinin sosyal, aile ve meslek yaşantısını dahi sekteye uğratır. Hipokondriyazisin titiz ve mükemmelliyetçi insanlarda görülme oranı daha yüksektir. Aylarca hatta yıllarca sürebilen bu rahatsızlığın sessiz kaldığı yani kişinin sağlığına dair korku ve endişelerinin tamamen kesildiği dönemler de mevcuttur. Altta yatan diğer kaygı sorunları, yakından şahit olunan bir hastalık dönemi ya da ölüm hastalığı tetikleyen mühim faktörlerdir. Bir müddet sonra kişilik özelliği haline geldiği için tedaviye dirençli hastalık gruplarından biri olsa da düzgün tedavi kombinasyonları ile iyileşme sağlanabilmektedir.

 

Yeme Bozuklukları

Anoreksiya Nervoza ve Bulimiya Nervoza olmak üzere iki gruba ayrılan bu hastalığın özgün bir nedeni yoktur. Anoreksiyada kişi neredeyse imkansıza yakın, gerçek dışı boyutta bir zayıflığa sahip olma arzusuyla farklı davranışlar geliştirir: Yemeyi kesme ya da çok yediğinde çıkarma, yoğun spor yapma, vücuttan su atan (diüretik) ya da ishal yapan (laksatif) ilaçlar kullanma v.b. Beden imgesi son derece bozulmuş olan bir anoreksiğe göre bir deri bir kemik kalmış olsa dahi vücudu hiçbir zaman istediği zayıflıkta değildir. Bu hastalığın sonu kalp krizine bağlı ölüme kadar gidebilmektedir. Bulimiyada ise kişi yeme atakları yaşar. Bu atakların hemen arkasından gelen kusma davranışı anoreksiyayı andırsa da bu grup hastalar hafif ya da normal kilodadırlar. Bu bozukluklar vücudun bir çok organının işleyiş şeklini olumsuz hatta uç durumlarda ölüme varan boyutta etkiler. Ergenlik döneminde başlayan yeme bozukluklarının seviyesine göre sadece psikoterapi veya psikoterapi/ilaç kombinasyonlu tedaviyle iyileşmesi mümkündür. Birçok ruhsal bozuklukta olduğu gibi bu gruptaki rahatsızlıkların tedavisinde de hastanın kendisi ve yakın çevresinin terapist ve hekimlerle işbirliği son derece önemlidir.

Beden Algı Bozukluğu

Beden Dismorfik Bozukluğu olarak da adlandırılan bu hastalıkta normal bir bedene sahip olmasına rağmen var olduğunu sandığı bir beden kusuru ile aşırı derecede uğraşan kişi başkalarının fark edemeyeceği boyuttaki bir biçimsizliği bile aşırı derecede abartır ve bunu bir felaket boyutunda yaşar. Çoğu zaman ortada hiçbir sebep olmaksızın estetik cerrahiye başvurma ihtimali olan bu hasta grubu boş yere oldukları bu ameliyatlar sonucunda algılarında bir değişiklik olmadığını fark eder ve konuya dair kaygıları çok daha fazla artar. Ortaya çıkış nedeni genetik geçişe bağlanan ve sıklıkla vücudun değişim gösterdiği ergenlik çağında görülmeye başlanan bu hastalıkta kişinin yoğun olarak problemli gördüğü beden bölgeleri cilt, burun ve saçtır. Bu rahatsızlığı yaşayan kişi semptomlarını açığa çıkarmak istemediği için tanı konması uzun süren bu hastalığın psikoterapi ile tedavisi mümkündür. Hastalığın dirençli boyuta geçtiği durumlarda ilaç tedavisi de gerekir.

Evlilik ve Çift Terapisi

Psikoterapi çalışmalarının bu alanında çiftler arasındaki yakın ilişki çalışılır. Eşlerin sağlıklı bir beraberlik kurup bunu devam ettirebilmeleri, gündelik ya da kronik çatışma ve kavgalarının sebepleri ile bunlarla baş etme yöntemleri, çiftlerin kendi ruhsal durumlarının yanısıra geçmişten bugüne getirdikleri bireysel dinamiklerin mevcut ilişkilerine olumlu/olumsuz ne şekilde yansıdığı konusunda farkındalık sağlama gibi konular terapistin tarafsız hakemliği ortamında değerlendirilir. Seanslar problemin şiddetine göre haftada bir yapılır. Çalışmanın önemli bir unsuru olan ve her seans bitiminde terapist tarafından çiftlere verilen ödevler terapi sürecinin seanslar arasında da devam etmesini sağladığı gibi kazanılan değişimin kalıcı olmasını hedefler.